Thursday, May 27, 2010

Türkiye’de 2 Milyondan Fazla Terörist Var!



Bir devlet büyüğümüz küçük rakamları kendine uygun göremediğinden muhtemelen ne anlama geldiklerini unutmuş olcak ki büyük birkaç rakamı yan yana koyup büyükçe bir söz etmiştir: “Türkiye’de 2 milyondan fazla terörist var!”

E oğlum boşuna yaşıyoruz o zaman her an bir kör kurşuna ya da düşük ölçekli bir kara mayınına ya da ergen-ikon davası vasıtesiyle öğrendiğimiz gibi en güvenli patlayıcılardan olan <

(Alıcı: Bunlara güvenebilir miyim?

Satıcı-Tabi ağabey bir patlatışta 20 kişi almazsa şu baktığım tankın altında kalayım! Böyle büyük yemin ettim bak!)

Yukarıdan devam: >el bombasına denk gelmememiz mucizeleri ima ederek bize bir daha bunlardan göndermeyeceğini söyleyen tanrı’nın memleketimize küçük bir kıyağıdır. Her gün sadaka yoluyla ona rüşvet veriyoruz ya o da bizi arada işte böyle görüyor! Ne diyordum: memleket 70 milyon desen böl 2’ye (benim rakamlarla aram pek iyi değildir vali bey’e mi sorsam acaba? Neyse…)

35… Oha!

Şimdi yaklaşık her 30 kişiden 1'i kaleşikof nedir ve nasıl kullanılıyor biliyor mu?… Çıkalım abi o zaman memleketten! Biz, onlar dağlardır diye biliyorduk. Meğer aynı bakkaldan alış veriş yapıyormuşuz da haberimiz yokmuş…

Türkiye’deki insanların yaptıkları işlere yaşayış tarzlarına ve ihanet derecelerine göre numarasal olarak sıralanmaları "36. yüzyıla girerken doğunun ortasında angutluk yansımaları" adlı proje kapsamında tez olarak "Universty of Ohaya Mı… Koyim" üniversitesi kürsüsüne sunulmuştur. Ayrıntılı bilgi için, www.gerizekalılıga-kesin-cozum-icin-gunde-iki-bardak-ayrıntılı-bilgi-icin.com sitesi hiddetle tavsiye edilmekte salık verilmektedir. Türkiye'de uygulanan internet yasakları sebebiyle adı geçen siteye erişimde problem yaşayanlar olabilir. DNS ayarlarıyla oynamanıza gerek yok. Boşuna bozarsınız sitede ne anlatılıyor, bize neler oluyor, Tuzla'daki tersanelerde, kömür ocaklarında, trafik kazalarında insanlar neden bu kadar çok ve kolay ölüyor diye merak ediyorsanızö kafanızı azcık arkasında mutlu mesut yaşadığınız buzluö tuzlu ve bu yaz sıcapındaki karpuzlu camdan dışarı çıkarın bakın! Ne zaman, "Ehu ehu Bursa nası koydu mua koyim!" diye etrafta kerkenezlik edenlerden fırsat bulup iki dakka, "NOLUYO OLM!?" diye sormaya başladığınızda internettiniz ve kapalı ve yasak olan her ne varsa kendiliğiden çözülecektir.

Siz içine bıraktığınız azcık bilinç kupkuru cehaleti çözerken ben bahsi geçen sitede yaptığım kısa bir araştırmadan size azcık da olsa bahsedeyim. Aşağıda bu sitede yer alan bazı araştırmalardan kesintilere yer verdim. Umarım beğenirsiniz. Beğenmezseniz de ekime kadar. Ben de bu arada kendi cehaletime bakıp geleyim. 28 yıldır çözeltide hala taş, hala kuru...

*Türkiye’de yukarıdaki kesin tespitle de belirtildiği gibi 2 milyon adet terörist vardır. Buradaki adet sayısı insan sayısıdır. Ve bu başlığın altında verilecek diğer tüm bilgiler bu sayının verildiği kaynaktan alındığından kesinliğinden şüphe etmek kişiyi küfre sevk eder dinden çıkarır. Maazallah.

*Türkiye'de 30 milyon Kürt, 25 milyon hem teröröst hem Kürt, 20 milyon hem terörörst hem re re rö Kürt, 3 milyon kart kurt, 20 milyon Türk, 19 milyon harbi Türk, 18 milyon beyaz Türk, 10 milyonluk da taze kaşar vardır. Bu taze kaşarların bir milyonu da yaz akşamları cadde bostan sahilinde basket oynayan terli bünyeleri izleyerek ya da kenardaki sazlığa oturup cigara tüttüren gençlerin arasından salınarak geçmektedirler.. Ayrıca 1 milyon Laz 1 milyon Çerkez 8 milyon Kıpti, 4 milyon ermeni, 2 milyon jonglör, 3 milyon kalabalık sokaklarda elektrosaz çalan görme engelli, 5 milyon fani, 2.546.657 tane de Ergenekoncu vardır. Bu Ergenekoncular ermeni faniler olabildiği gibi, sayısı hızla artan joglörler de batıda yaşayan "swartzkof" Kürtler olabilir.

*Türkiye'de 8 milyon gazeteci, 2 milyon köşe yazarı, 4 milyon köşe vuruşu ve buna bağlı köşe gönderi ve büyük krampon(Krampon'un Türkçesi: Tutmalık) kaltakların şarapovası Hagi Alvaladze on numaralı formasıyla(al ve at dercesine) takımın önderi, bunlara inanan 6 milyon denyo, dört milyon araştırma görevlisi, 3 milyon co-misyon üyesi, hadi ulan 5 milyon da soruşturma kapsamı vardır. Soruşturma kapmasına girmeyen noktalarda 1 milyon türksell celocanı yanlarına alan 5 milyon araştırma görevlisi de buldukları ilk yere baz istasyonu sıçmaktadırlar.

*Türkiye'de 10000 milyon ton petrol rezervi, 800000 trilyon galon mermer cevheri, 300 milyon ton varil gazı kaçmış kola, 500 milyon ton su ve 600 bin kilo kuraklık vardır. Yine bunların eksikliğinden dem vuran 800 bin nüfuslu gazeteciler hezeyanlarını dile getirirken 43 milyon metre küp şekerlik irish cofee tüketmektedirler.



(Bu yazılanların hepsinin Allah belasını versin! Hepsi fitne fücurdur. Değil gerçek hayal tarafı bile yoktur.)

bitti.

Sunday, May 16, 2010

Nietzsche ağlar mı?


İnsanların bu yaşamda sahip oldukları çeşitli uğraşları incelemeye ve aralarından en iyi olanları seçmeye karar verdim; başkalarının uğraşları hakkında herhangi bir şey söylemeyi arzulamaksızın, kendimi, içinde bulunduğum uğraşla devam etmekten, yani tüm yaşamımı aklımı işlemenin hizmetine vermekten, kendime salık verdiğim yöntemi izleyerek, kendimi gerçeğin bilgisinde mümkün olduğunca ilerlemekten daha iyisini yapamayacağımı düşündüm. Bu yöntemi kullanmaya başladıktan sonra öylesine derin bir hoşnutluk hissettim ki, hiç kimsenin bu hayatta bundan daha sevimli ve bundan daha masum bir şeye sahip olabileceğine inanmamaya başladım; ve onun aracılığıyla her gün, bana biraz önemli görünen ve diğer insanların genellikle farkında olmadıkları gerçekleri keşfederken, yaşadığım tatmin aklımı öylesine tümüyle doldurdu ki başka hiçbir şey beni hiçbir şekilde etkileyemedi...

Nietzsche kömür ve plastik kokan eski bir çağı devirdiği uyuşturucularıyla böbürlenen bir başka çağda, bir acayip çağda, yaşamaya çalıştığımız bu çağda derimizin altında sürünen acılarımızı bu yolla dindirmeye çalışan biz, biz yalanlarla beslenen gırtlağımızdan geçenler yüzünden gördüğü duyduğu dokunduğu her şeye şaşıran amatör çıkarcılar için onu dinlemekten daha akıllıca bir şey olamaz.

Uyuşturucularıyla böbürlenen bir çağ için biçilmiş kaftandı onun konuşmaları. Kendisiyle olan tanışmaları, aklının köşelerine yaptığı uzun yolculuklar...

“Kimim ben!” sorusuna yaklaşmanın sıcak yağıyla taradı saçlarını, onun sıcaklığıyla onlarca kez kırk dereceli ateşlerde misafir oldu, ama her sıyrılışında kendi girdabından, hastalığının bile ona Nice dünyalar keşfettirdiğini söylemekten kendini bir an olsun bile sakınmadı.

Tanrı bu ümmetsiz peygamberi dünyaya haklı gururu sevdirmek için göndermişti ve o her ne kadar o yaşlı tanrıya inanmasa ve onu “ben dans etmeyen bir tanrıya inanmam” diye sevmese de...

Wednesday, May 12, 2010

piç


Kaldığım yeri unutmamak için tırnak yiyorum…

O gün kime dokunduysam mideme gidiyor önce bilgileri bu sayede…

Sonra çözülüyor orda kirden pasaktan,
kirli kar grisi pıhtısından;
ne yastık kokusu kalıyor
ne de iç gıcıklayıcı parfüm hatırası…

Bu kadar benzemeseler insanlar birbirlerine
ve tırnak yemesem
hiç…
sokaktan geçen kadının kokusuna aldanıp da tazelemeyecek aklıma kustuğum rakıları
bellek dediğim,
o kısa boylu
piç…

döken: eksik günlük

resim: zerna

Friday, May 7, 2010

taş kağıt makas

ağır kanamalı fikirler var bu akşam,
aklın sınırları kağıttan duvar,
elimde makas
"taş" arıyorum oynayacak...

ilkbahar-yaz-sonbahar-zonguldak


Kızların pantolon arkası çatalları görükmeye başladı,
memelerin de sesi basbayağı çıkar oldu artık;
“Şişt yakışıklı pişt bak biz de buradayız!” diye...
En fenası mevsimlik tarım işçi ölümleri başladı...
Yani yaz gelmiştir güzel memleketime…

Keşke kış olsa da hep,
bunları yaşamasak diyeceğim var ama;
sirsiyah Zonguldak madencileri takılıyor
boğazıma…


diyen: eksikgünlük

resim: AJ-in-charcoal

Thursday, May 6, 2010

Müziğin Renkleri - Kanun

biz

En çok öldürmeyi seviyoruz;

gırtlaklar gibi lal bir orospuyu;

limonda maydanozu

bir de ucunda efkar yanan sigarayı;

kül tablasında.



En çok izlemeyi seviyoruz;

elimizde sigara,

inşaat hafriyatı;

depremden mi sigaradan mı?;

nasıl öleceğini bilememek korkusuyla,

belki de biz otobüsün himayesinde giderken

bizimkisiyle aynı fikirler için sokakta kavga eden

adamları,

kadınları.

Bir de azıcık sesini açarak porno;

evde kimse olmadığına kanaat getirirsek.





En çok yemeyi seviyoruz;

kolay – basit – zor – alnıter – gözüyaşlı; hamurun içine et:

Mantı,

annemin eli değmiş,

sokağın başında kapış kapış satılan böreklerden farkı.

Bir de:

dünya yuvarlak,

su saydam,

Allah büyük

ve

seni seviyorum;

üç öğün aynı yalanı.

Belki bir de ucuz, kalbimiz kadar, ve kırıksa düşlerimiz gibi;

şehriyesiz pilavı



En çok oynamayı seviyoruz;

herkesin avucunda namlu, çap ve silah

avucunda herkesin,

deli dolu,

cayır cayır,

fitil fitil alkol.

alkol kana susamış,

su rakıya

rakı, herkesin suyunda

gelinin mutluluğa

damadın siyaha soyunduğu

yoğun kına(ma)lı bir düğünde

bir de yüzümüze,

gözümüze,

sesimize,

saçımızın rengine,

yani etimize

ya da

bir şeyimize işte

bir boşluğuna denk gelip

vurulmuş düşen;

temiz,

narin,

ürkek,

saf… kız… kadın…

orasına senden başka değmemiş;

duygularıyla; tazenin.



En çok söylemeyi seviyoruz;

peynir; sigara ve rakı

çatal; peynir, sigara ve rakı kokarken

ve

çalarken bizimkisiyle aynı acıdan bahseden

(arab-ı esk)i

arabı gülmez bir şarkı

bu vesile ile biz

kahrolurken

ve sarhoşken

kendisi ve kahrolmasını istediğimiz diğer her şeyiyle;

ayık

kadının adını

ve

bu, mutlu hatıralara engel adı hatırlatan,

yani şarkının bildiğimiz tek sesi,

zardan ince bir deri

nakarat yeri



(01/10/2005)

biryerler

Hiç değişmeyecek hayatım… hayat..




Bundan 10 yıl sonra da yine kar yağacak ve “ben karı seviyorum” diye espriler geçecek çıkar sokakların baca aralarından. Belki biraz daha gri yüzecek gök yüzünü; hapishane olmayanların hapishanedekiler için yaptığı gibi, yine yüzüm PVC garantisinde, kış dışarıda, ben kışı üşüyeceğim.



Yine radyoda benimkine hiç benzemeyen bir hayatı endişelendiren ortalama acılardan-kopya aşkları ezen bir şarkıyı ezbere dinleyeceğim -belki de bu yüzden-.

Üşüdüğüm halde çoraplarımın içinde ayaklarım manasızca terleyecek yine, ve bu vesile ile ziyaretime gelen hayvan olduğum düşüncesi aklımdan hiç silinmeyecek.



Yine otobüse binip Çamlıca’dan Kadıköy’e, Çamlıca’dan başka türlü kuruyan hayata, Çamlıca’dan Çamlıcasızca, Çamlıca’dan O’na, Çamlıca’dan onlara 40 dakka’da gideceğim. Canım sıkılmasın diye aklıma geldikçe yine oğlum “men dakka duka” diyeceğim. Attığım ilk adımımdan kelli çamur bürüyecek yine her yanımı. Burnum üşüyecek yine, akacak, silmeyeceğim; otobüstekilere inat.



Yine tek başıma, olunca kıvamına yani yalnızlığım, üşimiyivereyim diye camıçerçeveyiperdeyikapınınaltındakisüngeri ve yeleğimin üstünden iki düğmeyi sıkıca kapatıp osuruğumla muhabbette havayı buram buram soluyarak ve bundan aldığım büyük hazla kokusunu iyi bildiğim için yanlış yazmayacağım, kelimelerin arasından yanlız, ‘yalnız’ı.

İnadına ve abana abana dudaklarıma tuzlu çekirdek yiyeceğim ve 31 çekmek adına malzeme hiçbir kadın varlık geçmeyecek sokaktan, sokakta kadınlar olmayacak; yorganımın sıcaklığından istifade böyle ayıp fikirler; apış aralarıma sızdığı vakitler; sokak kadınlarından başka.



Yine adamlar çıkacak çatılara, açmak için, çatılardaki kiremitlerin seçebildiğinin arasından su gider yolları tıkalı –aslında özel bir adı olan ama benim bilmediğim- boruları. Ellerindeki –o anda karla iştigal edildiği için- kar kürekleriyle, ölmeyi… düşmeyi… daha da elim – fena – feci – beter –ne kadar çok tekrar var hayatta ve ne bu kibir yeter- sakat kalmayı, çocuklarını babasız, kadınını kocasız, evini ve tüm Avrupa birliğini sakallı, bıyıklı ve kel bir adamdan yoksun bırakmayı; bunların da hiç birini hesaba katmadan dünyalara sığmaz o yükü, az mı sayılır bu şekilde bir ödeme; göz’e alarak.



Hiç değişmeyecek hayatım… hayat..



Yine oynayacağım kafamın arkasındaki sanki ben onunla oynayabileyim de derdi kederi unutabileyim de diye orada çıkmış; yağ bezesiyle.

Burnumu karıştıracağım yine dirseğimi göbeğime yaslayıp. Ve gözlerimi kapatarak, parmağımı hafiften gözümün altına sokacağım iyi ve az olan şeylerden iki tane olsun istediğim, aklımın karıştığı ve canımın bu kırışıklıktan faydalanarak bunaldığı zamanlar. Pencerenin üstündeki damlalar saatlerce aynı kadere duracak yine hiç sıkılmadan ve ben buna yine ısrarla hayret olmaktan kendimi alıkoymayacağım.

Okuyacağım yine, hem de her şeyi “ben nasıl olacağım” a cevap bulmaya, beslemekten sıkıldığım içimdeki hayvana gem vurmaya.

Gece uyumazdan önce uzun süredir kimseyle sevişmediğimi hatırlatıp muamelesinden memnun kaldığım elime; yastığıma kadın, yatağıma vajinası muamelesi yapacağım.

Yine ter kokarak uyanacak koltukaltlarım. Ne kadar çabuk uzuyor? Kargaşası yaşanacak yeniden her girildiğinde banyodaki aynada ıslanmaya.

Her acılı yemekten önce -yani içinde ve öncesinde bir acı yaşanmasında sakınca olmayan- etrafımdakilere onlarla beraber bu işi yaptığım, onlara bu fırsatı verdiğim, onları bu şerefe nail ettiğim ve böyle böyle pek saçmalayarak beni çok fena sevmeleri gerektiğini düşünsünlertaşınsınlardakararversinler diye, “Bana acı dokunuyor ama…” deyip, biber ve envai çeşidinden acı yiyeceğim. Sonra da gülerek haklı çıkaracağım yüzümdeki rengimi; fazlasıyla kendimi.

Yine sırf benden önce birinin oraya oturup ısıtmış olmasını dileyeceğim, minibüs arkası 4 kişilikten cam kenarı koltuğa, benzer bir kış günü, son arabaya, ilk yolcu binerken, düşünecek onca çaresizliğim, acizliğim… ve kalemimi neden fena fellah çeviremediğim.

Yine her gece tek ve geç yatacağım. Sabah çükümün ucu göbeğimden ziyade semaya dönük uyanacağım. Şifreler gizli olacak yine, fitne fesat – fitne fücur apaçık.

Yine küfrederek, yine tükürerek uyanacağım. Aramızdan biri peygamberliğini ilan etmezse, yine salıdan önce pazartesi gelecek İse’vi takvime göre.



Hiç değişmeyecek hayatım… hayat..



Yine tırnaklarımı kemireceğim, sigara içmeyeceğim diyeceğim, kafamın içindekiler yüzünden kafamın üstündeki siyah kıldan insanlık süsü’mler dökülecek.

Anneannemim ördüğü yün çoraplar ayağıma ben bara gideceğim, bu iki uzak efsaneyi yek vücutta harmanlamanın verdiği ucuz – pespaye – her şeye muktedir olduğunu sanan çöm bir ukalalıkla “içimdeki ve dışımdaki hersesi” bastırsın diye “Ha! ha! Ha!! İşte ben böyle bir adamım amına koyim!” diye düşüneceğim zor zar zapt ettiğim dengemin kaybolmasından tırsarak, boşta gezen elimi yasladığım duvardaki -küçük ölümsüzlük çabaları- yazıları okuyup fermuarıma sıçrayan çiş damlalarından habersizce gittiğim
“O” barın tuvaletinde…

yazan: eksik günlük

fotoğraf: devianart/desiretobewamp

Tuesday, May 4, 2010

Ben Bugün Bunu Gördüm



Ben Bugün Bunu Gördüm 20.09.2008

Gün: Bugün20.09.2008

Yer: Beşiktaş-İstanbul

Durum: Harbiye’ye gitmek için minibüs bekleme hali.

Sıranın iki kişi arkasında kafamı ziken dırdırından anladığım kadarıyla öğretim görevlisi İstanbul Teknik Üniversitesi'nde İktisat Tarihi derslerine giren Paul Scholes gibi kırmızı kafalı ama sanmıyorum ki onun kadar verimli bir insani Cuma günü öğlen saat bir de verdiği ders hazreti kendisinden izin alınmadan öğlen saat 15.00’a alındığı için kibarca, -kadınlar üçpis kakalar- bunu yapanları telefonun diğer ucunda acı çeken ama onu pek de siklemediği için okula gitmesine sebep olan kişiye kusarken hemen yanımda şabalak bi tip beyaz adidaslarını ben yaşlarda gençten iki ayakkabıcıdan birine sildirir.

Boyacı işini yapar. Tozunu ve parasını alır, yollanır.

İşin başından beri onları kesen kuşlara yem satan tiizden kırık amca ayakkabısını sildiren çocuğu "Şey bakar mısınız?" şeklinde yanına çağırır. Elleri polarının içinde şabalak genç sigaradan saçı bile sararmış adamın yanına yavaşça süzülür. Adam, "O boyacılara ne kadar verdin? der. Şabalak, "İkiii milyon" der. Adam gözlerini kapatıp kafasını diğer tarafa çevirir, "Tüü mına koyim senin! Ulan bir yetele verip de burda kuşlara yem atsaydın ya şerefsiz. Sikki git"

Şabalak çocuk. Batan güneşin ışığında kafası götünde kaybolur....

Bir Gün Bir Yerde Biri Ölürse


Her fikir onun peşinden koşan için karşısındakinin tersini iddia ettiği kadar gerçektir.

Lanet okumakla bir yerlere varılsaydı keşke. Dünya da "bize" karşı yapılan kötülüklerden sonra atılan zılgıtların yakılan ağıtların ardından yukarıda hiç bir şey yapmadan oturan zalim ya da gördüğü halde hiç bir şey yapamayacak kadar aciz tanrıya sesimiz çoktan varır da bizi ihya ederdi.

Ama gördük ki öyle olmuyormuş. Karnında taşıdığı yavrusunu kendisinden önce toprağa girdiğini gören anaların, tersini yaparsam belki kınanırım korkusundan, kendisini dinlediği tanrısından gelen doğmalarından ya da harbiden de has delikanlı gibi "vatan sağ olsun" diyen babanın kan akan gözyaşları canımızı canlarımı dağlarda ölümün elinden alamıyormuş. Kurtaramıyormuş onları susadıkları kana doymak bilmeyen orospu çocuklarının ellerinden.

Neye yazıyorum ki?

Neye yazıyoruz ki...?

Bin kere on bin kere yazsak ne değişecek ki.?

Kim dinleyecek seni beni bizi.?

Ne farkımız var acısının anlamak ne haddimize yanına bile yaklaşamayacağımız o gül anaların dağ babaların feryatlarından. Yok! Zırnık kadar bile yok!

Biz!

Aç kaldığımızda açıkta kaldığımızda aciz kaldığımızda biz kelimesine sarılan bizler. Hiç bir şeyi değiştiremeyeceğiz. Bizi seni beni bezdirebildiklerinden değil gerçek "al sana yarrağam işte bak buradayım" diye parmağını götümüze götümüze dürttüğünden durum öyle. İstikrarlı ve süreli bir hal almış ölümün bu terör hali bunu isteyenler istemeye devam ettiği sürece hiç bitmeyecek. Onun dışında "biz" ne halt edersek edelim. İstersek götlerimizi iki yana ayırıp bağırıp çağıralım, en yüksek tonda lanetler okumaya damla ara koymayalım, bu derenin ağzını ona kan damlatanlar tuttukça hiç bir skim değişmeyecek.

Neresi Aktütün ya da bir başka bir yer... Fark eder mi... ölen aynı renk giyinmiş yine. Mermi g3'un ak-47'nin ağzında ölüm olmuş. Buna dur diyecek orospu çocukları ağızları açık, bıyıkları dudaklarının kenarından sarkık, plakalarında kırmızı birler sıfırlar, apoletleri ne skime oralarına takarlar bilinmez dut olmuş sus pus olmuş...

Daha sabah mutlu mutlu kıvrılıyordum başlıkların arasında... Duydum... Sanki kardeşim ölmüş gibi -bencillikten değil- acı bana ancak bu kadar yaklaşabilir diye- sanki kardeşim ölmüş gibi ağrıdı içim. Canlar...

Bir daha oku!

Onbeş can...

Acılı anaları babaları anladığımız yalanını hiç utanmadan yüzümüz kızarmadan kusmaya, gördüğümüz gözyaşlarını da susup yutmaya devam edelim.

Buna mani olabilecekken buna mani olurlarsa anlamları ortadan kalkacak çok yıldızlı ağabeylerin sahte taziyeleri yaşanan ve yaşanacak tüm acılar için yeterli diyettir.

Başka da bir şey beklemeyelim...