Thursday, April 15, 2010

bir kaybedenin gözünde Oğuz Atay




Hakkında belki de binlerce kez yazılmış olan ve benim hiç de mütevazı olmayı düşünmediğim bir dönem sonrası Türk edebiyatı içindeki en büyük yazar olarak gördüğüm Oğuz Atay için yeniden bir şeyler yazmanın ne kadar saçma olduğunu emin olun ki benden önce yazanlar gibi ben de gayet iyi biliyorum.

Ama efsanesinin önüne geçen böyle bir ismin peşinden sürüklediği gizli güruhun sesi fazla çıkmadığından ve zaten sesleri fazla çıkmadığı için böyle bir büyücüye teslim olan benim gibilerden biriysen sen de, bu damar açıcı 16 satıra gerek duymadan, hemen aşağıdaki hazineyi havaya saçarken aklına getirmen gerekenleri biliyorsun demektir.. Değilsen de?

Söndür piponu, çöz top sakalının fermuarını, giy pijamanın çizgilerini “tutunamayanlar ve tehlikeli oyunlar” kitaplarından derlediğim sözleriyle her türlü kuvveti kaldıracak güce kavuşmanın migren çatlatan baş ağrısına hazırla kendini…

Ayrıca dikkat! AşŞağıdaki bilgi düzeyi sizi, dünyanın en büyük mutluluğu cehaletten geçici bir süre alıkoyabilir. Oluşabilecek derin düşüncelerden ve dalgın bakışlardan parmaklarımız hiçbir şekilde mesuliyet kabul etmez. Çalınan güzel günlerinizin sorumluluğu tamamen size aittir.

Bu vahim durumun derinizin altına nüfuz etmesi halinde, mantıklı düşünce silsilenizin oluşturduğu akıllanma tehlikesinin bir an önce atlatılabilmesi için yetişkinler 4 ya da 5 saat, müziklerinde duygulandığımız reklâmlarda dâhil olmak kesintisiz televizyon izlemelidirler.

Lütfen öğrendiklerinizi gıcıklardan uzak tutunuz. Ve derin yerde muhafaza ediniz..
başlıyoruz…

• Özellikle, en yakınınızdakidir sizi yarışma duygusuna sürükleyen.

• Kadınlar bir yandan her şeye rağmen savunmasız ve narin olduklarını gösteren yapmacıklıklarını elden bırakmazlar. “Canım şu ipi şuraya takar mısın?” “Canım senin boyun yetişir.” -ya da “Sen benden kıymetlisin” Yani senin bütün üstünlüklerin basit ve hayvani üstünlüklere dayanır. Sonra küçük bir aksama olunca: “Dur canım, bir de ben denesem…” sahteliği.

• Rene Descartes, beşeriyetten çirkinliğinin intikamını almak arzusuyla kartezyen adı
verilen koordinat sistemini yaratmıştır.

• İnsan kendini beğenmeden yaşayamaz.

• Gazete okumak: küçük burjuvanın Pazar ayinleri

• Öyle tuzaklar kuralım ki küçümseyip bir kenara atsınlar; gene de rahat etmesin içleri.

• Cranium fibula radius
Sacrum patella carpus
Nasıl ezberlenir Allah’ım
Arapça dua eden insanın Latince kemikleri

• Türkler Orta Asya’dan anavatana göç etmeden önce, bütünüyle bir kabile hayatı yaşıyorlardı. Çadır medeniyetinin gereklerine göre kurulmuş bir toplum düzenleri vardı. Bu düzenin, bugünkü hayat şartlarından ne kadar uzak olduğunu, artık dilimize yerleşmiş olan cam, hasır, kravat, kira(ev kirası), kiraz, hafif, masa, tabak, tabut, müzik, tahsil, mezar, karyola, kelime, cümle gibi kelimelerin bu dilde bilinmemesiyle kanıtlayabiliriz. Bu kelimelerin, Türkçenin eksik bir kolu olan Öztürkçe’de bulunmaması, bizi aşağıdaki sonuçlara vardırıyordu kabilenin yaşayışı hakkında:
- Türkler camdan dışarı bakmazdı.
- Türkler hasır üstünde oturmaz ve meseleleri hasıraltı etmezlerdi. Bu adet Osmanlılarda başlamıştı.
- Türkler hafiflikten hoşlanmazdı.
- Türkler ev kirası vermezdi. Ev kirası, Türklerin iptidai komünizmden, toprak burjuvazisine geçmeleriyle başlamıştı.
- Türkler, düşüncelerini, kelime ve cümle gibi kalıplar içinde ifade etmezlerdi.

• Tutunamayanlar: Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar… İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat –gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir… Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk ve hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları hekimlerce ileri sürülmektedir.

• Alışkanlıklarımdan başka vereceğim bir şey kalmamış ona. O ise, bütün bu uzun sevişmeyi, onu şimdiden özlemeye başlamam gibi bir duyguyla açıklıyor.

• Kalın kesilmiş ekmek dilimleri, süt, yumurta, peynir, bal. Kocaman çukur tabaklar içinde kaybolmuşlar. Buraya, kahvaltı ettikten sonra, oğlum bu yiyecekleri küçük tabaklar içinde getirmesini öğrenin, diyen akıl hocaları gelmemiş daha.

• Hiç olmazsa öldükten sonra, aralarında bulunmaktan zevk alacağımız insanlarla yaşasaydık.

• Hükümet Konağı eski bir bina, çünkü kapısı ortada. Henüz kasabalara böyle yenilikler girmiyor. İnsan ruhunu sıkan simetriden kurtulmak için yalnız, kapı yana alınıyor.

• Bugün annem dayanamadı; ne yazdığımı sordu. Ona nasıl anlatsam? Bütün hayatımı birlikte geçirdiğim ve beni gerçekten seven bir insana hiçbir şey anlatamamak ne kötü. Ondan farklı gelişmeye ne zaman başladım? Bu ayrılık nasıl doğdu? Hiç anlamıyorum. Bir gün baktım, iki yabancı olarak yaşıyoruz aynı evde. Aslında kimseye bahsetmedim kendimden. İstemiyorum da.

• Ben kötüyüm; sizlere karşı kötü duygular besledim içimden. Beceriksizliğimden uygulayamadım kötü düşüncelerimi. Sizleri kıskandım, küçük gördüm, bayağı buldum: bana yapılmasını istemediğim kötülükleri sizlere yapmak istedim.

• Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.

• Kimse karşısındakinin parçalanışını görmek istemiyor.

• Köylünün arkasından uzun süre baktı: bacaklarını açarak gidiyordu köylü. Gidişinde, bilgisizliğin güzelliği vardı. İşinin dışında, kolunu bacağını nasıl kullanacağını bilmez.

• İnsanların söyledikleri sözlerden heyecanlanarak kendilerini konuşmaya kaptırmaları, benim için bulunmaz bir nimetti. İnsanları dinlerken onların bir an gelip kendilerinin farkında olacakları ve heyecanlarından utanacakları düşüncesi beni korkutuyordu. Onlara çevrelerini unutturmaya çalışıyordum. Bütün dikkatimi üzerlerine çeviriyor ve onları konuşmalarında hiç yalnız bırakmıyordum. Dinleyenlerden biri sıkılır da bu duygusunu belli eder endişesiyle herkesi kolluyor, böyle olduklarını tahmin ettiklerimi sohbetin dışında tutmaya çalışıyordum.

• Annem bana hayrandır. İçinden, onunla ilgilendiğim, onunla konuştuğum için sevinir; dışındaysa, kızar görünür bana. Hele, ona bir şey öğretmek istediğimi, bilgiyle ilgili bir sohbet yapacağımızı sezerse, hemen davranır, kalkar yerinden: ocaktaki yemeğin altını söndürür, ya da elindeki örgüyü kaldırır ya da radyoyu kapatır: beni iyi dinleyebilmek için. Gerçek ilginin bu kadar candan bir belirtisini başka yerde gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Yemeğin dibinin tutmasına da aldırmasın, diyeceksiniz. Siz de çok şey istiyorsunuz.

• Bizde kavim isimleri, sinema sahiplerinin ve berberlerin ilgisini çekmekten öteye gidememiştir.

• Biz Türkler açık sözlüyüzdür. Kendimizi tutamayız. Birbirimizi ne kadar az tanımış olsak da, yarım saat geçmeden içimizi döker ve fakat aşk, deriz.

• Sigara dumanı gözleri yakıyor, eşyanın ve insanların üzerine siniyordu. Durum bir kere sağlığa aykırı oldu mu öyle sürüp gitmeli oğlum Turgut. İçki de çok içilmeli, sigara da. Havasız da kalınmalı, dumandan boğulmalı insan. Adilik de artmalı, bayağılaşmalı insan.

• Kumarcı için her oyun birdir. Yalnız beyim, belirli oyunlarla şöhret yapmış namlı kumarcılar vardır. Meraklıları, o oyunlarda böyle kumarcılardan çekinirler. Gene de dayanamazlar: hep o oyunu oynamak isterler. Telaşlı olduklarından, kumarcının şöhretiyle kulakları dolu olduğundan, her zamanki oyunlarını oynamazlar çoğu kere. Yenilirler. Kumarcının şöhreti de gittikçe artar.

• Kumar, kadın, içki: dördüncü sınıf tatlı hayat.

• Kadınlar köpeklerden farklı olduklarını göstermek için utanırlar.

• Bir kitap yazacağım: bütün insanlar birleşiniz ve aynı şeylere gülünüz.

• Bu Almanların her işi sağlam: Dün akşam bir Alman filmine gittim; çok kötüydü ama kopmadı.

• Derler ki ruh bozuklukları insanı son derece kurnaz yaparmış.

• Yeni olan her şeye isyan ediyor vücut: dünyanın en rahat yatağında yattığı ilk gece uyuyamıyor.

• Kimsenin, ne yaptığımı anlayamayacağı bir zaman kalmalı bana.

• Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanmadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü.

• İnsanların yalan söylemesi için bir gerekçe göremediğinden, onlara inanmakta güçlük çekmiyordu. İnsanlara inanmadan, onlarla birlikte olmanın mümkün olmadığını sanıyordu.

• Böyle çocuklarla, genç kızlar ancak alay edebilirdi. Sevgililer, onun saçma davranışlarına karşı, ancak göz göze gelerek gülümseyebilirdi.

• En uslanmaz insanlar bile yanlışlıkla da olsa bir kere evlenince çevrelerini kendileri gibi görmek istiyorlar.

• Meyhaneler işportacı psikiyatrislerle dolu.

• Selim kafasında on yüzbin, hayatında sadece bir aşk yaşadı. Onun da dumanı doğru çıkmadı.

• Herkes yaptığı beğenilsin diye başkasının yaptığını beğenecek.


• Her şikâyetim için ayrı bir mercie gidiyordum, onlara diyordum ki: “Bütün istediğim haksız bir muamelenin düzeltilmesi, sayın baylar lütfen beni bir kere dinleyin” Beni bir kere dinlerlerse bütün karışıklıkların düzeleceğe inanıyordum. Kendimi o kadar haklı görüyordum ki bütün aksaklığın bilmemelerinden doğduğunu sanıyordum.

• Bütün günü yorgunluğunu, karısının sevgili kocası dinlesin diye Amerikan pazarından aldığı rahat koltukta gideriyordu. Geriye yaslandı; koltuğun arka kısmı da onunla birlikte hafifçe geriye gitti: aile babalarının geceleri kötü şeyler düşünmelerini önlemek için sayısız tedbirleri vardı medeniyetin.

• Düşüncelerini kendine saklamak isteyen bir insan olarak yataktaki yakınlığın getireceği huzursuzluktan korkuyor; konuşmayı uzatıyordu. Yolculuğa çıkmadan önceki gece insan hemen arkasını dönüp yatamazdı.

• Işık yanarken pencereye ancak erkek yanaşabilir yatak odasında.

• Ey insanlar benim hepinizden farklı olduğumu nasıl anladınız? Demek fen bu kadar ilerledi.

Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar kitaplarından derleyen eksikgünlük

No comments:

Post a Comment