Sunday, October 9, 2011

too many strangers


dün sabah her sabah yaptığım gibi işe gitmek için trene bindim. kulaklığımı takıp digitally imported radyodan space dreams istasyonunu açtım. trene binmeden önce kafamda kitap okumak vardı ama hava, güzel olmasıyla aklımı çeldi; midemde biraz ağrıyordu; dün gece biraz fazla kaçırmıştım; karar verdim; yol boyunca dışarı bakacaktım. (böyle de planlı bir hayatım vardır mni skiyim!)

bu niyetle kitabı kapatıp çantama koymak için yavaşça hareketlendim. tam bu sırada önümdeki koltuğun arkasındaki yazı ilişti gözüme, "too many strangers" (çok fazla yabancı). "adam haklı lan" dedim, esmer tenli ve siyah saçlı olduğumu hatırlayıp. etrafa baktım; sabahın ilk saatleri olduğu için vagon neredeyse boştu; etrafta, evde perdelerini nasıl değiştirdiklerini merak ettiğim iki filipinli, güvenlik görevlisi kıyafetli bir hintli, anasından ayfonuyla çıkmış olduğu su götürmez bir asyalı dışında kimse yoktu. midemdeki ağrı da iyiden iyiye azmıştı. su mu ayran bi şey içmeliydim. ancak, hintli amcanın egzistanyelistleri haklı çıkaracak kadar gerçek öksürüğü ile bir an duraksayıp, "ne ayranı yarram nerde sandın kendini?" diyerek bir öz eleştiriye daha acımasızca gittim.

sonra dedim ki kendi kendime, "dünya üzerinde 16 haneli iki sayıyı hiç bir alet edevat kullanmadan çarpabilen kaç tane insan var? ya da bir babalar ve oğullar, odyysey, mesnevi, tütunamayanlar tarzında kaç kitap yazılmış? kaç tane stephin king, nazım hikmet, necip fazıl, hemingway, rabelais, kafka gibi kaç adam gelmiş gezegene? kaç tane aristo, fuzuli, hayyam, baki, platon, nietzche ya da kant çıkarmışız aramızdan? kaç tane newton, galilleo, archimed ya da cahit arf var dedelerimizin arasında? kaç kişi şu anda gezegende her hangi birinin kullandığı bir aletin ortaya çıkmasında rol almış? dünya tarihi sayfalarında savaşları değil de yaptıkları barışlarla ünlü kaç tane siyasetçi gelmiş geçmiş?

sonra camdaki yansımam aks etti gözüme. karıları keserken nereye baktığım hiç görünmesin diye kafama geçirdiğim siyah camlı-45 derece güneş gözlüğümün arkasında duran tipime hiç çekinmeden, "tipini skiyim," dedim, "bir de akıllıyım diye caka satıyon sağda solda. mna kodumun kerkenezi seni."

insanlığa zerre kadar faydam olmadığını itiraf etmek biraz rahatlatmıştı içimi. ama kahrolası midem iyice zıvanadan çıkmıştı. sağlam bir steteskopla dinlense, "lan amın oğlu! dün gece ne bulduysan içtin anamı sktin burda! bi su, bi ayran içte rahatlat beni!" dediği rahatlıkla duyulabilirdi. ama ben korkuyordum ki oracıkta sıçayım. kendimi konudan uzaklaştırmak için ön koltuklardaki filipinlilere baktım, aralarına birini daha eklemişlerdi, bilinmeyen bir dilde muhabbet edip kahkalarla gülüyor, eğleniyorlardı. kıskandım orospuları. etrafa, "bu ne ya! ne çok gürültü yaptı terbiyesizler! etrafta başka insan var mı yok mu umurlarında değil!" mesajını vermek için sabit aralıklarla üç kere "nırç nırç nırç" yaptım kafamı yana eğerek.

ineceğim durağa gelmek üzereydik. yavaşça toparlanıp, kapıya yaklaştım. "bugün ve bu yapmayı hatırladığım gelecekte artizlik yapıp, "ya o öyle olmaz bak şöyle olur dur anlatıyım" diye artizlik yapmayıp daha mülayim bir adam olacağım." dedim şu içinde gittiğim tren ve çantamdaki kitap dahil bir çok şeyi kullanmmamızı ve onlardan feyz almamızı sağlayan geçmişteki güzel insanların hatrına.

durağa geldik.

tren yavaşladı. kapılar açılmak üzereydi. midem narin vücuduma verdiği son mesajıyla beni birazdan istasyondan alacak olan arabanın içine sıçmamın garantisini tescillemişti.

tren durdu. artık dayanamıyordum. kapının açılmasını beklemeden fren sesinin arkasına sığınarak cadazort diye ossurdum. eminim uzaklarda bir yerde bir yanardağ beni kıskanmıştı. ve bu ossuruk gözlerimde şimşekler çaktırmıştı. kokunun nasıl olabileceğini tahmin edebiliyordum. oysa lanet kapı hala açılmamıştı. acım katlanarak büyüyordu. midem küçük bir rahatlama yaşamış ve bunun tadından hoşlanmış olacak ki götüme, “osursana olm! osur lan bi daha! hadi şişt” şeklinde taciz yüklü mesajlar gönderiyordu. bense kafamda utanmanın hangi halini yaşayacağımı şekillendiriyordum ki kapılar açıldı. hızla öne atılmamla içeri girmek isteyen bir asyalı ile çarpışmamız bir oldu. kafamı yana eğip, “ya şu trene dahi bile binmeyi bilmiyorlar!” namzetindeki bakışımı üç adet kesik “nırç nırç nırç”la tamamladım.

“fak men” dedim içimden, “too many strangers...”

No comments:

Post a Comment