Saturday, February 6, 2010

Dinliyor musun?


Değil bu hiç bir şeyin kaçışı.
4 gözle beklemek
4 elle sarılmak
2 göze vurularak

Oynamak varken

3 günlük dünyada
5 vakit hüzün
2 karış toprak gibi kotu bir taktikle sahaya çıkıp

Yağmur yağmıyor. Hava güneşli ve maratonda oturuyor biz önünden geçerken hayatımızı izleyen purolu askerler.. Su var soğuk. Karınlar tok. Oyuncaklar alınmış, tutulan takımın forması giydirilmiş çocuğa… Taraftarın acı çekip kendini bize yakın hissetmesi için gerekli şartlar yok yani. Üzgünüm! Kaybedeceğiz ve küfredecekler… Ne kadar terlediğin ve kaç kere kesildiği kalbinin ucuz kırmızı kartlarla önemli değil. Ya galip geleceksin ya da hayalini kurduklarının hayalini kurmaya devam edeceksin... Eksiksin, ve başka aşk yok diyen kalecin kötü.

Hep kendi kalemize gol, oluyoruz. Defansta duran uzun boylu çocuk dizlerinin üzerine çöküp, olur böyle şeyler üzülme sen, diyecek kalecinin kirli ellerini bekliyor ensesinde. Ve her kalp daralışında ayağımıza dolanan hüzün, -yalnızlığımızdan da uzun, kimimiz kimsemiz yok ondan bu düşüp kalkmalar. Yani işte tam da burada rakının da işte ondan bulanıyor aklı. Dinliyor musun? Hem kızmaya lüzum yok hancısı çok bu skik dünya da öyle çok da şeye. Hangi kayıp ufalamadı ki ağzındaki küfürlerin arasında bedelini fazla fazla ödediği ilk sevdiği-çok sevdiği-son sevdiğinin son küçük parmağı da avucundan düşerken hayat denen orospu çocuğu otel sahibinin, Burada mı yaşıyorsunuz yoksa paket mi yapayım ev de mi üzülürsünüz?, bıyıklı gülümsemesini?

Dedi ya üzülmeye gerek yok. Bilelim yeter; takılı kalıyor girenlerin -tırtıklı- çıkanların… hani şu gözden akan ve içinde iki kilo pirinci ve koca tas çoban salatayı kaldırır tuzlu tarafları… Savaştan yeni dönmüş ve tüm günahları unutulmuş genç bir asker gibi bir hayata sığmayacak kadar çok ani ve acıyı değersiz kılacak kadar çok acıyla uslu… suratımıza yapıştırdığımız içten gülümsemeyle hayatlarını bize adayacak talihsizlerin kaybedişlerini izliyoruz. Sonra da, Nerde ulan! diye bağırıyoruz, siktigimiz son meleğin meni dolu kanatları…

Bu sefer o kalbinden de temiz kâğıda düşenler silinmeyecek! Büyüdün ve gotlesti dünya. Bilindiği için yazılanlar temiz olsun diye her yeni başlangıçta üşenmeden yeni bir sayfa açmak yok artik sana bana adi Türkçede gecen diğer şahıslara.
En çok olunmak istenen yere, `yakin`in anlamını unutacak kadar uzaklaşmak. Abdestimizi bozacaksak bunun için bozalım. Seninkisi mağlubiyetin bin yıllık makûsluğu. Her kaybedişte Şeytanın huzur bulduğu semte yeniden taşınmak. Yoksa mesele değil binlerce ve binlerce kilometre uzaktayken bile sevgilinin adini düşünüp uykuya oruçlu dalmak. Germişler teyemmümü seferinin çadırına car mıhla..

Duymadın mı?! Elleri büyük adamlar bile ölüyor. Sense sendekini üzülmek sanıyorsun. Çıkışta garsona bırakacağımız bahşiş de değiştirmiyor anılarımızı serin tutacak bulutun biz üçüncü kadehi sipariş etmeden soframıza yanaşmayışını. İçiyoruz ve uysallaştırıyoruz zamanı. Sen de öyle yap, alkolik diye çok havali bir adin olsun.
Geçtiğimiz şehirler ayak izlerimiz. Büyüyünce ve geri dönünce küçük geliyor ve anılarımıza o şehre dönenene kadar seker dolu ceplerimizde biriktirdiklerimiz.

Çıkacak bütün soruları bilecek kadar çok tekrar var hayatta. Öyle diyorlar. Ve cam pepsi şişeleri özlemeyi bırakıp aklımıza yüklendiğimiz çok cc alkol gösteriyor ki SSK`li babaların evlatlarına çare olmuyor eski dost sayacı açık kalmış zaman.

O yüzden iste yapılacak en sağlıklı tedavi günü geçmiş anılarımızı içimizdeki çocuğun ulaşamayacağı bir yerde öldürüp, hiç bulunmayacakmış ama iste denk geldiğinde de sana seni içine çeker gibi bakan iki gözdeki intiharla süslemek…
Yalnızlığım benim… sidikli kontesim… gördün mü bak yine kaybettik... Simdi otur dinle, ` Biz sana o kadar 3 5 2 oynama demiştik diye`…

Dinliyor musun?

Subat 7 –yaş 28

No comments:

Post a Comment